28 Ocak 2008

Kıymalı bulgurlu börek


Cumartesi akşamı yemeğe misafirim vardı. Sabah spor, spor ertesi sokak sürtmesi ve akşamında da misafir ağırlama olunca biraz yorucu geçti. Ama yedik, içtik, eğlendik ve sonuç = mutluyum :). Gündüz Oyalama Kağıdı yazarları ilk buluşması vardı. Gerçi sadece dört kişi toplanabildik ve zaten bu dört kişinin üçü birbirini tanıyordu :) ama yine de çok hoş sohbetli ve karın doyurucu bir 2 saat geçirdik. Sevgili patronumuz Esra'ya bu güzel organizasyon için teşekkürler.

Cumartesi akşamı yemekten sonra yeni aldığımız Trivial Pursuit oyununu da oynamayı ihmal etmedik. Oyun, 26 dilde 45 versiyonu olan ve 2400 genel kültür sorusu içeren bir genel kültür oyunu. Sorulara takım halinde cevap verdiğinizden biraz daha kolaylaşıyor ama yine de çok kültürlü olmayı gerektiren sorular da mevcut. Altı farklı renkte soru kategorisi var. Oyun haneleri üzerinde belli bir ilerleme yönü yok. Sağa, sola, ileri ya da geri ilerleyebilirsiniz. Önemli olan her renkten bir soruyu doğru bilmek. Bu amaçla da zar attıkça ilerleyeceğiniz kareyi eksik renginize göre seçiyorsunuz. Tüm renkleri tamamladığınızda ise işin içine şans giriyor ve zardaki rakamın merkez haneye denk gelecek bir sayı olması gerekiyor. Burada da karşı takım sorulara bakmadan bir renk seçip size o renkteki soruyu soruyor. Bilirseniz kazandınız. Yoksa tekrar zar atarak oradan uzaklaşıp yine ulaşmaya çalışıyorsunuz. Keyifli bir oyun. Tabu, Pictionary'ye alternatif arayanlara duyurulur.

Akşamın yeni denenen tarifini ise aşağıda sizinle paylaşmak istiyorum. Tarif annemin bir arkadaşından geldi. Herkes de çok beğendi.

Malzemeler:
250 gr kıyma
2 orta boy kuru soğan
Tuz, karabiber, kırmızı biber
Yarım çorba kaşığı salça
1/2 bardak dövülmüş ceviz içi
1/2 bardak kısırlık bulgur
4 adet yufka
1 çay bardağı sıvı yağ
1 çay bardağı su
1 yumurta akı
Galeta unu

Yapılışı:
Kıyma ve soğanı baharatları da ekleyip kavurun. İyice pişen karışımı soğuması için bekletin (ben bir gün önceden hazırladım). Ilınınca içine salça, ceviz içi ve (üzerini bir parmak örtecek kadar) kaynar su ile şişirdiğiniz bulguru ekleyip karıştırın.

İlk yufkayı yayın. Üzerini sıvı yağ - su karışımı ile iyice ıslatın. İkinci yufkayı da üzerine yayıp aynı şekilde ıslatın. 12 üçgene böldüğünüz yufkaların geniş kenarlarına iç malzemeden koyun ve çok sıkmadan sigara böreği gibi sarın. Sırayla yumurta akı ve galeta ununa buladığınız börekleri tepsiye dizin ve önceden 200 dereceye ısıtılmış fırında hafif pembeleşene dek pişirin. Afiyet olsun.

18 Ocak 2008

Otlu Çörek


Geçen haftasonu halamla birlikte Bakırköy turu attık. Yorgunluğun üstüne karnımız acıktı. Tam da o sırada çok lezzetli ev yemekleri yapan Kırıktabak'ı gördük. Halama o kadar övdüm ki kendimizi içerde bulduk. Çok lezzetli zeytinyağlılarla karnımızı doyurduk. Bir de otlu çörek yedik ki yemeyin de yanında yatın. Tabi hemen arkasından evdeki sebzeli tariflere bakıp o tariflerden bozma bir otlu çörek yarattık. O tadı bulamadım (hep öyle olur ya) ama çok lezzetli oldu. Beğeneceğinize eminim. Herkese iyi haftasonları...

Malzemeler:
1/2 su bardağı sıvıyağ
3 yumurta
1 su bardağı yoğurt
2-3 su bardağı un
2 paket kabartma tozu

Yarım demet maydanoz
1 demet dereotu
8-10 dal taze soğan
200 gr beyaz peynir
Dereotu, maydanoz ve soğanı ince ince kıyın. Peyniri de ezip ilave edin. Başka bir kapta sıvı yağ, yumurta (birinin sarısını üzerlerine sürmek için ayırın), yoğurt, un ve kabartma tozunu yoğurun. Unu 2 bardak kadar koyup son bardağı yumuşak bir hamur elde edecek şekilde ilave edin. Bardağınızın büyüklüğüne göre 3 bardak fazla gelebilir. Elinize yapışan bir hamur olacak. İçine ot-peynir karışımını da ilave edin. Yağlı kağıt serdiğiniz tepsinize bir kaşık yardımıyla top şeklinde hamurlar koyun. Benim tepsime 16-17 tane sığdı. Biraz büyükçe oldu çörekler. Pişerken kabardıkça birbirlerine yapışıyor gibi görünseler de çıktıklarında ayrı oluyorlar :) Üzerlerine yumurta sarısı sürün ve 180-200 derece önceden ısıttığınız fırında üzerleri kızarana kadar pişirin.

10 Ocak 2008

Ebelerim, Sobelerim...

Bugüne üç sobe sığdırdım. İlki sevgili Özlem'in beni davet ettiği, ancak cevaplayabildiğim blog soruları sobem, ikincisi canım Gülrizim ve sevgili Serpil'in beni davet ettiği hakkımda 7 gerçek sobesi ve sonuncusu da gülen suratımın karanlık sobesi. Cevaplar aşağıda buyrunuz efendim:

1. Blogda yazmaya ilk defa nasıl başladım?

Blogda yazmaya başlayalı bir seneyi yeni geçti. Özellikle evlendikten sonra Portakal Ağacı ile başlayan yemek tarifi serüvenim, hızla internetten devam etmekteydi. Bu arada da kızına bir blog açmış olan sevgili Senem'e her bulduğum yeni yemek sitesini ve yaptığım yemekleri anlatıyordum. Bir gün beni kendime de bir blog açma konusunda cesaretlendirdi ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. İlk başlarda gelenim gidenim yoktu. Bende de suç vardı tabi ki, kimseye yorum bırakıp kendimi tanıtmamıştım.. (değil mi Peçetem ;) ) Sonra nasıl mı tanındım? Dostluklarımın ilk nasıl başladığını hatırlayamadığım gibi bu kendiliğinden oluşan blog yakınlığını da hatırlamıyorum desem...

2. Blog yazılarımın konusu belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum? Yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?

Yazılar belli bir çizgide yani kalbe giden yol üzerindeki mide çizgisinde, arada tatlı ve ara sıcak niyetine hayatımdan notlar, haberler, etkinlikler de giriyor. Ne hakkında yazarsam yazayım içimden geldiği gibi, o an hissettiğim gibi yazıyorum.

3. Blogda yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?

Bu aralar çok fazla vakit ayıramıyorum. Yani başka şeylerden değil, blogumdan feragat etmem gerekiyor. Ama sayfamı ilk açtığımdan beri çoğu zaman büyük keyifle tarifleri hazırlasam da üşendiğim nadir zamanlarda öfleyerek akşam keyiflerimden feragat etmedim desem yalan olur.

4. Blogda yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?

Artan bir bekleyiş olduğunu sanmıyorum. Ama tabi ki sayfama eskisi kadar vakit ayıramamak ve diğer dost blogları yeterince ziyaret edememek üzüyor beni. Eskiden ayda en az 20 yazı yazmalıyım şartım varken şimdi haftada en az bir kez yazman lazım diyorum kendime. Geri kalan zamanı da komşuları ziyarete ayırmak daha keyifli...

5. Blogda yazmayı daha ne kadar sürdüreceğim?

Blogumu kapatmayı hiç düşünmüyorum. Belki yazılarım seyrekleşir, belki belli dönemler ara veririm ama blogum hep devam edecek.

Hakkımdaki 7 gerçek (dünyanın 7 harikası gibi oldu :))) )

-- İnsanları çok severim ama özellikle yaşlılara karşı inanılmaz bir sevgim ve acıma duygum vardır. Bu duygu beni bazen yolda zorlukla yürüyen yalnız bir yaşlı gördüğümde ağlatabilir bile. Bunda belki de anneannemin yanında büyümüş olmamın etkisi büyüktür...

-- Elişi olan her türlü şeye ilgi duyarım. Zamanında cam boyama (iç ev kapılarının camlarını boyamıştım), taş boyama, etamin, örgü, boncuktan takı yapımı, resim kursu meraklarım oldu. Hala da ilhamım geldiğinde yapmaya çalışıyorum. Çok sabırlı değilim, belli bir süre sonra sıkılabiliyorum. Fakat yaptığım süre boyunca kendimi çok üretken ve huzurlu hissediyorum. Bu da beni mutlu ediyor.

-- Evde oturmayı, hele de tek başıma isem hiç sevmem. Bütün gün amaçsızca gezmek bile daha mutlu eder beni. Tüm gün hiç çıkmadan evde kaldıysam ruhum sıkılır, mutsuz olurum, karamsarlaşırım hemen.

-- Dostluklara çok önem veririm. Kendi hatalarım da olabilir, başkalarınınkini de affetmeyi bilirim. Fakat çok detaylı ve ince düşündüğümden bazen karşımdakinden bunu görmediğimde kendimi boşa hırpalıyormuşum hissine kapılırım. Ama huyum kurusun, karşılık göremesem de devam ederim :)

-- Kinci değilimdir. Çok kızdığım bir olayı bile çok kısa sürede unuturum.

-- Hani bazı zamanlar vardır ya. Karşınızdaki herhangi biri size tersleniyordur ve o anda ağzınızdan çıkmayan hazır cevaplar 10 dakika sonra birbir aklınıza gelir ve sinir olursunuz. Hem süt dökmüş kedi gibi durup azarlandığınıza kızarsınız hem de kafanızın o anda basmayışına... İşte o benim :)

-- Hakkımdaki 7. gerçeği de son sobemi yanıtlayarak bitirmek istiyorum. KARANLIKtan korkarım. Huzurlu hissetmediğim, kendime ait olmayan bir eve tek başıma hava karardığında girmek istemem. Gece ışıksız uyuyamam. Hatta eğer uykumda elektrikler gidip de zifiri karanlık olursa hemen uyanırım. Bir keresinde bu şekilde olduğunda kendimi evimizin tek panjursuz yeri olan mutfağımızda bulmuştum. Ay ışığı vuruyordu ve tek aydınlık yer orasıydı. Mutfağa nasıl gittiğimi hatırlamıyorum bile...

Herkese kocaman sevgiler